sen, ey sükunetin mutsuz kalmış gelini
sessiz ve durgun zamanın beslemesi,
anlatır bize hikayeni oymacının elleri
sözlerimden renklidir onun çiçekleri
yapraklarda beliren hangi efsanenin çizgisi
tanrı mı, ölümlü mü, yoksa her ikisinden biri mi?
mabetler vadisi mi görünen yoksa belirsizliğin nehri mi?
hangi erkekler ya da ilahlar bunlar? yoksa genç bakireler mi?
ne çılgın kovalamaca bu, hangi kaçışın mücadelesi?
çalınan düdükler ve ziller, hangi vahşi coşkunun eseri?
duyduğum sesler cezbedici, ya duyamadıklarım peki
onlar daha istekli, neşeli, sakin ve yumuşak sesli
tenimin hissedemediği, ruhuma üflenen ufak bir esinti
çeker beni kendine tekrar eden o yeknesak melodi
dürüst olalım, gölgelerde yalnız bırakmamalı gençliği
şarkıların teni ağaçların gövdesine asla değmemeli
cesur aşık, tutmalı sıkıca kendini ve zinhar öpmemeli
üzülme, yakın olduğunu bilsen de bırakmaktır sevgi
seven bilir mutlu olmasa da solmayacak çiçektir sevgili
gerçek şu ki, sevginin bitmeyecek olmasıdır bunun sebebi
ah, siz, mutlu dallar! böyle dökmek olur mu çiçekleri
hele ki yapraklarınız bahara daha elveda bile demedi
ve mutlu besteci, istemesek bile her zamanki gibi
yeni şarkısını çalar, daha mutlu aşk! daha mutlu, sevgili
azıcık sıcak bir esinti ve halâ zevk alabilmenin neşesi
her soluk verişinde hissedilir teninde gençliği
insanı dinç tutan her nefesinde bunu uzaktan bilmesi
terkedilen kalp kederlidir ve gözler nemli
alnında yanan ateşle kalır ve kavrulur dili
bu fedakârlığa kim gelir bilince hepsini
hangi yeşil sunaktadır rahip, gizemli
kurbanlık düve, kurşun gibi ağır ve gri
parlar boynuna asılı çelenk, ipek gibi tüyleri
bir kasaba, kıyısında olduğu deniz mi nehir mi?
yoksa dağın zirvesine inşa edilmiş güvenli bir kale mi?
kurtuldu mu halktan, kalabalıktı sabah ayini
ve kasaba, sessizliktir her zaman sokakların hakimi
sessizlik. hüznünün söylemez asla nedenini
üzgündür, söylemez ve asla dönmez geri
ey gök! görklü gök! örgüleri
heykellerin ve bakirelerin örtüleri
ormanın dalları sarar, otlar yabani
sen, düşüncenin muhkem biçimi,
köşelerin çözer o güzel bilmeceyi
üzerinde soğuk kırlar, sonsuzluk gibi
günümüzü ne zaman tüketeceğimizi
bilmeyiz karışacağımız acıların elemini
yalnızca dostu söyler insana gerçeği
güzellik gerçektir, her şeydir gerçeğin güzelliği
şimdi biliiyorsun bilmen gereken her şeyi.
*John Keats’in Ode on a Grecian Urn şiirinden çevrilmiştir.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!