Yine nemli bir temmuz günü. Kötü laf etsek kırılacak bir rüzgar yok. Sussak bizi anlayacak bir esinti yok. Yine kendi sıcaklığımızla baş başa kalmışız. Güneşin tepe noktasında olduğu saatteyiz. Biraz kavurucu, biraz terletici cinsten. Yine de geçmişiz sayfaların başına. Sıcakta kalem tutarken terleyen parmaklarımla, alnımdan süzülen damlacıkların kağıda damlamasıyla güzelleşen sayfalara.. Masamın sağ tarafında hiç eksik olmayan çayımı yudumlarken yazdığım yazının kalbime nakışına şahit oluyorum. Çünkü kalbî bir ifadenin etkisini biliyordum yaşantımda. Yazarken, okurken, dinlerken.. Söylenen sözler bazen o kadar etkiler ki insanı. Yaşadığı olayı aklına getirir ya hüzünlendirir ya sevindirir. Eksik tarafımızı bize gösterir. Biraz daha seçici olmalıyım. Kırmamalıyım okuyanlarımı. Kalbî ifadenin etkisi dedim ya yazarken çayı unutmuşum, soğumuş. Çayımı tazelemeye giderken balkona çıktım. Rüzgar gelmiş. Artık kötü söz söylediğimde kırılacak bir rüzgar var. Kelimelerimi çok iyi seçmeliyim dedim kendime. Rüzgarı kırmak, saksımdaki çiçek kokusunun göremediğim o esinti etkisiyle bana gelemeyişinin sebebi demek. Öyle kırılgan bir rüzgar.. Balkona gelmişken biraz oturayım dedim minderin üstüne. Havaya doğru baktığım da bulutların kap kara olduğunu , gecenin artık kendini göstermeyi başladığı hissettim. Ne çabuk geçmişti zaman. Yazarken sadece maneviyatın içinde olduğundan ne vaktin geçtiğini anlıyorsun ne de havanın karardığını.. Bulutların birbirine yaklaşmasını izlerken çayım da bitmiş. Kalktım geçtim odama. Yazdığım yazının bitmeye yakın olduğunu gördüm. Bir kaç kelam kalmıştı. Onu da gecenin serinliğinde yine çayımla birlikte tamamlayacaktım…

Hasan Tahal