Esaretname-yi Ays Bir/

“…Uçmak kuşun yaşama değil seyahat etme biçimidir; kaçma biçimi ve gitme biçimi. Konmadan yaşaması mümkün değildir kuşun. Yemek ve üremek için inmek zorundadır. Abartmamak lazım…”*

Esaret altındaki kişi çoğu zaman kendini özgürlük timsali kuş ile kıyaslar; bu durum kendisi zorunlu ikametinde sabit iken üstünden geçen kuşlara bazı şeylerin malum olacağı zannına kapılmasına dahi sebep olur. Kuş da belki balık gibi düşünmez ama balık kadar bilebileceğini de iddia edemeyiz. Kuş, bilmeden, yalnızca hareket alanının genişliği ölçüsünce kıpırdar, nefesinin müsaade ettiği kadar göğe. Hareket alanının hudutlarını göremeyişimiz, onu, sonu olmayan bir özgürlük vadisinin -yalnızca ziyaretçisi iken- sahibi haline getirir. Tabii bizim zihnimizce verilmiş bir tapudur bu. Göğün sahibi olmak iddiasında bulunmayan bu küçük varlıklara kalsa havadar bir güzergahları vardır, o kadar. Biz uçuşu hatırlayıp iç çekeriz, uçamadık diye uçuşun hatırasını muhafaza ederiz, onlar yalnızca geçip giderler. Bir başkasının uçuşu ya da imkanı bizde yara bırakıyor. Ne güzel uçuştun öyle, benim yapamadığım her şeydin… Bir yalan söylenti dolanıyor şimdi ortalıkta, herkes eşitlendi; uçmak yok. Kuşlar kafeslere kapatıldı, atmaca, kartal, bülbül. Bülbül ile kartalın özlediği şeyler aynı mı peki? Denk miydi ikisinin uçuşu?

Özgürdün. Sen de bir başkasının yapmadığı şeyi yapıyordun, kuşun uçuşu kadar bir hareket, kanadı geniş bir kuşun imkanı kadar; mesela sabah yürüyüşü. Özgürdün, onun öğrenmek istediği şeyi biliyordun, bildiğini ispat etmek, göstermek zarureti hissetmeden. Özgürdün, ekmek elden, kahve Guatemala’dan ve kahve içmeden ayılamıyordun, ayılamamakta özgürdün. Bilmem şimdi hâlâ o formunda mısın, “hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?”**

*benden

**Dranas’tan

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın