Kaldın kaldığınla karşı karşıya

Kaç yıl geçti deseler kırk diyemem
Diyemem kolayca kırklara karıştım
Beyazların işgal ettiği yurdum
Gün geldi değişildi kırk satırla
Ne varsa kırk yıl hatırı var sandığım
Ne kaldıysa ardımda
Yağmalandı küflü bir baltayla

Bilerek çıktığım fotoğrafları kırklayarak
Kırpıp kırpıp bir kuyuya gönlüm kırık
O yareden de bile isteye çıktım kılı kırk yarıp
Kırkı çıkmadan ölümün
Miras niyetine kırk su verilmiş kahrı
Yeğni sanılan şeylerin yükü zihnimde
Anlat kim ne anlayacaksa göklerden
Bahçemdeki son kirazı bulutlarla üleştim
Güneş ordan işmar etti, yanında nasıl hilal
Ardından ilençle karmakarışık bir masal
Öpülen yerlerimde incecikten yaralar
Kanar kırk harami merhemi dokununca
Kırkılmış tüylerine al kınalı o koçun
Ulanır zincirine taptaze bir bahar

Kırk yıl bir eşiğe sarı çiçekle varıp
Yanar bastığın yerler adımların hep kayıp
Kırk bıçak sana, kırk bir türlü kancıklık
Namlusu merhametten, kabzası hepten kırık
Ben de bu yurda geldim geleli tezgahı tarumar,
Tezgahtarı kalleştir, ilmekleri nevbahar
Sanırdım kandiller benim için yanar
Kaladan kalaya kırk pare kuş uçursam
Kırık plak gibi hep aynı şarkıda takılıp kalır
Cevapsız bir arama, dahili bir numara
Hiç kimselerin duymadığı türkü
Hatırlamanın kırk türlüsü
Gittikçe artacak ve eksilecek

Sarılacaksa yara; artık kendim
Kırk kat merhem üstüne günahların
Kırk kat tülbent sarmalı, sarılmalı
“Bir gün ben kendime kıyarım deyip
Urgan atmadığım dallar mı kaldı”
Ekinleri tarayıp mahçup bir hünerle
Kucağımda kara bahtlı Türkiye
Artık bir tanık lazım değil olduğuma
Olmasam da olur demlerine eriştim.,

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir