Düşünüyorum da her şeyin kaynağının olduğu bu dünyada hiçbir şey bir anda ortaya çıkmamıştır. Yahut ortaya çıkmasının muhakkak bir sebebi olmuştur. Ahlak kavramı üzerinde de bir hayli düşündüm. Leibniz: “Ahlak ve hukukun ilk kaynağı dindir.” demiştir. Ahlakın kaynağı din midir yoksa hukuk mu yahutta insan davranışlar mıdır? Bu soruya kendimce cevaplar aradım.
Ahlak diğer adıyla etik nedir? Huy, mizaç, seciye, karakter gibi anlamları olan bu kavramın kaynağının din olduğu söylenilir. Bana göre de öyledir. Sokrates: “İnsanlık, dini doktrinden tamamen müstakil bir ahlâk sistemi, kurmaya muvaffak olamadı” der bu da demek oluyor ki ahlakın temeli dindir. Din toplumlar için temel bir müessesedir. Toplumlar dini zemin üzerinden yeni kurumlar meydana getirmiştir. Konumuz olan ahlakı da bu minvalde değerlendirebiliriz. Nitekim Heine’ de: “Din ve ahlak bir bütünün iki parçasıdır” demiştir. Bu sözlerden de anlıyoruz ki din ve ahlak ikilisi birbiri ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Din bireylerin faydasını gözetir haliyle ahlakta dinden beslendiği için bu doğrultuda olmalıdır. Biz buradan da dinin ahlakın temeli olduğu gerçeğini çıkarabiliriz. Bunları söyledikten sonra belki akla şu soru gelebilir. Ahlakın temeli din ise neden kötü ahlaklı insanlar var? Bu soruya Eflatun’un şu sözü cevap mahiyetindedir:”Ahlâk ve üçkağıtçılık, terazinin iki ayrı kefesinde yer alır; biri çıkarsa biri iner.” Yani ahlak olduğu sürece ahlaksızlıkta var olacaktır. Bu insanın fıtratı ile alakalı bir durumdur. İnsan yaratılış itibarı ile meleklerden üstün yahut hayvanlardan aşağı olabilir. Çift kutuplu olan insan negatif bir yöne sahipken aynı zamanda pozitif bir yöne de sahiptir. İnsan ve evrende her şey zıddı ile kaimdir. Bu yüzden ahlak var oldukça ahlaksızlık azda olsa var olacaktır. Tıpkı Eflatun’un verdiği örnekteki terazinin iki kefesi gibi..
Yukarıda sözlerini alıntı yaptığım filozofların sözlerini toparlayacak olursak; Toplumlar dini zemin üzerinden yeni kurumlar meydana getirmiştir. Ele aldığımız ahlak konusunu da bu çerçevede değerlendirebiliriz. Diğer sistemler ya dini destekler ya da dinle taban tabana zıttır. Ahlakın varlığını dini bir temele oturttuğumuzda yani (Tanrı’ya dayandırdığımızda) herhangi bir dini ilkenin ahlaki prensiplerine göre bir sistem düşünmemiz gerekecektir. Bu prensipler herkes tarafından kabul edilen yani iyi olması beklenilen ahlaki kurallardır. Dinin insanın her iki dünyada da iyilik ve mutluluğunu esas alan özelliğini düşündüğümüzde ahlak ilkelerinin de amacının dinin gayesi ile paralel olduğunu görürüz. Bu ahlak ilkelerini toplum açısından ele aldığımızda ise bir insanın yararına olan ahlaki bir davranış diğer bir insana zarar verebilir. Bu yüzden evrensel ahlak yasasını reddedenler de vardır. Fakat insanlar fayda kavramını öznel olarak kendilerine mal ettiğinden dolayı bu tür problemler ortaya çıkmaktadır. Yani dini prensipleri öznel olarak kendilerine mal ettiği için dolaylı olarak evrensel ahlakı reddetmektedirler.
Günümüzde de evrensel ahlak kişiler nezdinde öznel olarak algılandığı için bir birey için normal olan bir durum diğer bir birey için anormal olabilmektedir. Örnek verecek olursak: Batılı ülkelerde lgbt denilen örgütün faaliyetleri gayet normal yani ahlak dışı olarak görülmezken İslam ülkelerinde bu örgütlerin faaliyetleri gayri ahlaki olarak tanımlanır. Artık ahlak bazı toplumlarda dini temelli algılanırken, bazı toplumlarda ise bireysel olarak algılanır oldu. Bundan dolayı bu tarz problemler ortaya çıkmıştır. Ahlakı dini temellere oturtup çevremizdeki olan olgu ve olayları bu minvalde incelersek ortadaki problemin ortadan kalkabileceğine inanmaktayım.

Tarsusi