70’li yılların ortalarından sonra oluşan göç dalgasıyla birlikte köyden kente göçmek zorunda bırakılan insanlar, yeni yaşamlarına uyum sağlamaya çalışıyorlardı. Kent girdabına kapılmamak için köylülerinin yaşadığı varoşa göçmüşlerdi. Köyde yaşadıkları kerpiç evlerden sonra, içinin sıvası ve badanası yapılmış ancak dışı hala tuğla ile duran gecekonduya geçmek, bıyıkları daha terlememiş fakat aile efradının sorumluluklarını iliklerine kadar hisseden ve taşıyan Anadolu’nun “karaşın çocukları” için bir devrim niteliğindeydi.

80 ihtilalinin üzerinden biraz zaman geçmişti.  Kentte tutunmaya çalışmanın dahi zor olduğu zamanlardı. Geldikleri kentin “zencileri” olacakları o günlerden belli olmuştu. Geriye dönmemek için gün geldi yine gurbet yolu görünmüştü. Gittiler.  Yine göç eyledi Melet elleri.. Libya’ya. Arabistan’a. Ürdün’e döndüler. Gurbetçiliği çektiler.

Geldiler. Geldiklerinde,  giderken bıraktıklarından yerlerinde olmayanları gördüler. Sıla hasreti yerini yürek sancısına bıraktı. Ona da dayandılar. Gittiklerinde geride sevdiklerini bırakmışlardı. Geldiklerinde yoktular. Var olduğunu bilmelerinin dahi büyük bir destek olduğunu bildiklerinden yoksun olarak, bu kente bir kenarından tutunmaya çalıştılar.

Gurbetin kazanımlarını değerlendirmeye çalıştılar. Yakınlardan nispeten daha elit bir semtten daha ucuza daha fazla yer alabilecekken, aidiyet ve tutunamama korkusu burada da kendini gösterdi. Daha önce köyden göçenlerin toplandığı, kentin en merkezi ama en ücra yerinden; içinde kepçe balıklarının yaşadığı içine girip serinledikleri derenin kenarındaki, daha sonra ortasından yol geçmesiyle ikiye bölünecek olan tarlalarına, başlarını sokabilecekleri ve halen ikamet etmeye devam ettikleri bir yuva yapmaya karar verdiler. Yaptılar.

86 Ekim ayının sonlarına doğru yıllar boyu nâtamam kalacak olan, tek göz odada altı nüfusun yaşadığı gecekondudan, zemin kattaki dükkânların üstüne inşa ettikleri iki daireden bir tanesini yarım yamalak donattılar. Banyosunda yarıya kadar fayans olan, odaları ve salonu marleyle kaplı koridorları çini ile döşenmiş onlara o anda Buckingham Sarayı gibi gelen daireye taşındılar.

Taşınmadan sonra kendilerine iş çıkardılar. Köylülük kendini burada da gösterdi. Balkonu odaya kattılar. Taşınma sırasında burayı nasıl dolduracaklarını düşündüler. Burası size yetmeyecek, ayaklarınızı uzatacağınız boş bir yer kalmayacak diyen Elfet Dayı’nın sözlerine gülüştüler. Taşındıkları gece korkudan uyuyamadılar. O zamanın odalar arası seyahati onlara astral seyahat gibi geliyordu. Alıştılar.

Kent hayatı onlar için yeni başlıyordu. Kentli hayatla tanıştılar.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın