Artık Şirket Cumhuriyeti’nde konuşmak gibi uyumak da paralı oldu ve bu bana çok ağır geliyor. Kıt kanaat geçindiğim maaşımı konuşmak ve yemek için harcıyorken şimdi bir de uyumak için harcıyorum. Kimse çalışanı, emekçiyi, fakiri düşünmüyor. Her şeyden önemlisi kimse çaresiz kalmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Günün sekiz saatini çalışmakla geçiriyorum. Zaten bu zaman içerisinde mümkün oldukça konuşmuyorum. Mesaim bitince dinlenmek için temiz bir uyku çekmem gerekiyor. Fakat uyku ücretli olduğundan beri onu da yapamaz oldum. Zaten bizi sürekli tehdit ediyorlar “Eğer düzgün çalışmazsanız sizin yerinize çalıştıracak çok robot var” diyerek. Anlayacağınız Şirket Cumhuriyeti’nde günler aylar yıllar geçtikçe her şey daha da zorlaşıyor. Eskiden sadece düşünmek paralıydı. Sonra konuşmak kısıtlanıp paralı oldu. Son olarak ise uyku… Bu durum son zamanlarda beni korkutmaya başladı. Robotlarla kıyaslanır hale geldik. Tabi onları iki yağlayınca iş tamam! Bizi artık bir ayak bağı olarak görüyorlar. Ülkede işsizlik arttı lafları baş göstermesin diye, öyle karın tokluğuna çalıştırıyorlar. Zaten adamakıllı konuşamıyoruz, konuşsak çiplere her şey kaydedildiği için bu konuları konuştuğumuz an yakalayıp ağır yaptırımlar uyguluyorlar. Geçen birini yakalayıp ceza vermişler. Artık adama ne düşünme ne konuşma ne uyku ne de para veriyorlar. Sadece hayatını sürdürecek kadar yiyecek dışında her şeyden mahrum bırakıldı. Şirket Cumhuriyeti’nde eskiden az da olsa düşünen, konuşan, üreten insanlar vardı. Şimdi ise herkes parazit gibi tek tip olmaya başladı. Artık kimse kendisine neyin iyi geldiğini düşünmüyor. Hatta bunun farkında bile değiller. Sadece daha çok çalışıp daha fazla para kazanmanın derdindeler. Eskiden insanları duygu ve düşünceleri yönetirken, şimdi para ve yöneticiler yönetmeye başladı. Artık duygularımız ve düşüncelerimiz yok! Duygularımız ve düşüncelerimiz yoksa eğer bizim o kalpsiz, hissetmeyen, donuk robotlardan ne farkımız kaldı. Kimse bu durumun farkında değil. Yoksa bu farkında olmayış bir “körlük” mü? O kadar görmüyor ve körler ki! Artık herkes görenleri yadırgar oldu. Artık Şirket Cumhuriyeti’nde hiçbir şey eskisi gibi değil. Para ile sınırlamadıkları tek şey cinsellik. Ona da gelecekte kendilerine köle yetiştirmek için müsamaha gösteriyorlar. Ama bu durum beni daha da rahatsız etmeye başladı. Biz artık çocuklarımıza sevgi veremiyor, onlarla duygu ve düşüncelerimizi paylaşamıyoruz. Geçen gün cebimdeki üç beş kuruşla güzel manzara seyretmek için deniz kenarına gitmiştim. Denizi, dalgaları, onlara eşlik eden rüzgârı seyretmek ruhuma iyi geliyordu. Derken dalgaları izleyen bir baba kız yanıma yaklaştı. Mutlu oldukları her hallerinden belliydi. Kız babasını elinden sıkıca tutmuş ve babasına, minik işaret parmağıyla dalgaları gösteriyordu. Babasına: “Baba bak, dalgalar ne kadar da güzel!” deyip, sorular sormaya başladı:
— Baba deniz neden mavi? Yanıt yok.
— Baba dalgalar neden bu kadar yaramaz? Yanıt yok.
— Baba denizdeki balıklar nasıl yaşar? Yine yanıt yok.
Bu derin sessizlik o kadar acıydı ki babanın yüzüne de yansıdı. Adam, acı bir tebessümle kızının yüzünü okşadı. Kız küçüktü, babasının yüzündeki acı tebessümün ne anlama geldiğini bilmiyordu. Oysa babasının acı tebessümünde çok şey saklıydı. Sonra kalkmak zorunda kaldım. Çünkü o miniğin babasına sorduğu sorular beni düşünmeye sevk etti. Düşünmekten korktum… Bir insan düşünmekten neden korkar ki? Gün boyunca bocalamıştım. Aslında küçük kızın sorduğu sorular ve o derin sessizlik çok şey anlatıyordu… Mesela konuşmanın, düşünmenin ve uyumanın paralı olduğu bir ülkede, bir babanın evlat yetiştirmesinin çaresizliğini anlatıyordu. Bütün bu olanlar, Şirket Cumhuriyeti yönetimine göre köle, bir babaya göre ise evlat yetiştirmenin zorluğunu, sonunda da herkesin yüzünde çaresizliğin meydana getirdiği acı bir tebessümü anlatıyordu…

Yazar: Tarsusi