İlkokul 3’e ya da 4’de gidiyorum. Güneşli bir gün. Sırtımda çantam, okul bitmiş, babam da daha yenice zıpzıp almış, şu iki yanına ayaklarını koyarak çılgınca zıpladığın aletten. O zaman kilo problemim de yok tabii.
Tüm gün bu zevkle teneffüs zillerini saymışım, 4. dersi çıkış zili sanmışım da kimse hurra yapmayınca kapıya doğru; hayal kırıklığına uğramışım. Son ders saatindeki her saniyeyi saydım, hatırlıyorum.
İşte o zil çaldı eve dönüyorum. Acıbadem yokuş memleket. Eve doğru yokuş aşağı koşuyorum. Tam sokağı döneceğim ne göreyim; Arabanın çarptığı bir sokak kedisi. İç organlar dışarıda. Ben fiili bir bağırsağı ilk kez o gün gördüm. Kan kokusu belki yoktu fakat ben aldım o kokuyu. Başkasına anlatamadığın fakat sadece kendine görünen sırların gibi. O koku hala burnumdadır. Acı da.
Olayı orada bıraktım. Meşakkatli bir ailede büyüyünce çıkılmaz sokaklarınız çok olmaz. Bir duyguya saatlerce teslim olmuşluklarınız… Zira üzülmek, acı çekmek, bazen mutsuz bir surat varsayılanınızdır. Ben de tamam “life is goes on” demiş, evin yolunu heidi’nin dedesine koşuş stiliyle tutmuşumdur. Dünya yine güzeldir.
Annem o zamanlar Halk Eğitim’in kurslarına giderdi, komşuya bıraktığı anahtarı alır kendim girerdim eve. Takribi 1 saat sonra da o gelirdi. Ben soyunur, oyalanır, beslenme çantamdan artan bir şey olduysa -hasbel kader- onu atıştırırdım. Havuç dilimleri koymuş annem. Aldım elime… Yatak odasına gittim, aynanın önünde babamın kozalak şişesinden parfümü, annemin rujları… Birden kendimi gördüm aynada, sonra kediyi, sonra kendimi sonra kediyi.
Zeki Demirkubuz’un acı ile ilk yüzleştiği Isparta’nın kavurucu sıcağındaki o ilkokul bahçesi gibi ben de ilk “işin içinden çıkılamaz acı” ile burada karşılaştım.
O yerdeki halıya eğilip, hoker pozisyonunda annem gelene kadar kusup, yere yığıldığımı hatırlıyorum.
Annemin yüzümü avuçlarının içine alıp “emine, emine” diye sarsışını. Suratımı banyo musluğunda çırpınarak yıkayışını…
Günlerce ateşler içinde hasta yatışımı. Kabuslarımı…
“Acı böyle bir şey nedensiz… Diğerleri ancak yaşam çığlığı olabilir” diye bahsedilen bir acı tam olarak bu.
Süsen Erkuş gibi olmuyor kimse kolay kolay. Dibi sonsuz bir vak’a…
İşte böyle..

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın