Bir ödeme biçimi olarak: Allah razı olsun
Ölüm döşeğinde bir adam, çocukları başında. Artık günleri değil saatleri sayılı. Torunu ayakucunda oturmuş öylece bakıyor dedesine. Onunla geçirdiği on bir yıllık bir zaman… Şöyle hafızasını yoklayarak geriye doğru tarıyor. Dedesiyle neler yapmışlardı, nerelere gitmişlerdi. Hatırlayabildiklerini tek tek getiriyordu eski günlerden, dedesinin kuruyan dudaklarına soğuk bir pınar suyu değmiş gibi onu serinleteceğini düşünerek. İlk hatırladığı dedesinin ona söğüt dalından yaptığı düdük oluyordu. Sanki o an ölüm sessizliğindeki odada, bir tiyatro sahnesi gibi cereyan etmeye başlıyordu. Dedesi önce iki farklı beze sardığı bıçağını usul usul çıkarıyordu cebinden. Bezlerin düğümlerini çözüyor ve o sıradan bıçağını çıkarıyordu. Evet, şimdi düşününce sıradan bir bıçak olduğuna kanaat getiriyordu ancak dedesi o kadar kıymet verirdi ki o bıçağa, sanki altın kaplama sanırdınız. Böyle küçük bir törenle çıkardığı bıçağıyla bir söğüt dalını kesip ona şekil vermeye başlıyordu. İş söğüdün kabuğunu gövdeden ayırmaya gelince, o ciddi adam bir anda çocuklaşıp tekerleme söylemeye başlar ve “al çık, gel çık, sen bu ağaçtan sıyrıl çık” derdi. Bunu söylersen daha kolay ayrılır kabuk gövdeden, öyle derdi dedesi. O zamanlar buna anlam veremez gülüp geçerdi. Dedesi ona şaka yapıyor sanırdı. Ama şimdi düşününce, dedesi düdük yapabilmek için o söğüt dalından müsaade mi istiyordu yoksa? Olur ya eski adam işte, toprağa bile usulca basanlardan. Kabuğu gövdeden ayırıp gerekli oyukları da gövdeye açtıktan sonra kabuğu yeniden gövdeye takardı. O ilk nefesi düdüğün ötüşünü hayranlıkla bekleyen bir çift göze bakıp üflerdi dede. İşte o ilk nefesi üfleyen adam şimdi son nefeste yatağın içinde kaybolmuş gibi yatıyordu.
Bir de dedesiyle dağa gittikleri geldi aklına. Dedesinin alıç meyvesi toplayıp vermesi, dağdan kestikleri odunları köye getirirken yolda mola verip ona sorular sorması.
-Köy mü daha yakın, dağ mı daha yakın?
-Henüz köye yaklaşmadık dede, dağ daha yakın.
-O zaman bu gece burada yatalım yarın köye gideriz.
Böyle şaka ile takılırdı ona dedesi. Sonra bir gayret daha düşerlerdi köy yoluna. Bir çeşme başında içilen su, yenilen azık… Hepsi geride kalmış ya da hiç yaşanmamış gibi… Odaya girip çıkanlar oluyor telaşlı, bir koşturma var gibi. Dedesinin ne çok hakkı var üzerinde, nasıl ödeyeceğini düşünürken yıllarca dedesinin hizmetini görmüş annesi tutuyor kolundan, o an bir rüyadan uyanmış gibi bakıyor etrafına. Annesi onu odadan çıkarmak istiyor, o çok sevdiği dedesi göçmüş gitmiş. Annesine bakıyor önce, sonra dedesine. Yaklaşıyor usulca dedesinin başucuna ve şu cümle dökülüyor dudaklarından. Allah razı olsun…
oralı değilim, buralıyım…