İp nerede koptu, zamanın neresinde, biliyorum. Her şeyin asude ilerlediği günlerde o ipi ellerimizle eğirmiştik, o ipek sicimden anılar örmüştük, sonra? Sonrası kopuş. Kolektif bir tavır sergileyeceğin, derdi paylaşacağın, çözüm üreteceğin ya da sadece var olacağın, varlığını hissettireceğin bir an ip tarih oldu. Fotoğraflar dahi ispat edemez artık, sen miydin değil miydin önceki? Piksellere bölünmüş, kumlanmış, buğulanmış tebessümler, sen değilsin bu tekrarı olmayan günü yaşayan, sen değilsin sanki orada onlarla hesapsızca yanyana duran. O kare senin karen değil, bak elin dışarıda kalmış, elin seni sürükleyip götürüyor başka bir yere, sevgiyle kabul edileceğin bir başka kareye… Artık başka kareler, başka canlar, cananlar, yarlar, yarenler… Belki de hepsi network tanrısına sunduğun adaklar, ne çok kurbanın var, merteben ne yüce…
Fakat gitmeyi göze almak en az gitmek kadar büyük bir eylem, tek bir söz söylemeden üstelik, gitmemiş gibi yaparak, dostane bir sükunetle, merhametli ve kucaklayıcı görünmeye özen göstererek… Ne için peki bu ikili hayat? Niçin kavgadan korkuyorsun da gitmekten korkmuyorsun? Niçin bir tavrın yok? Niçin yakıştırılan şeylere verilecek tek cevabın yok? Niçin yıkımı seyretmeyi tercih ediyorsun? Niçin aslında giderken, gitmeyi çok isterken bir yandan da kovulmuş gibi görünmek istiyorsun, niçin kovulmuşluğun mağduriyetine talipsin? Zalimken mazlum görünüyorsun, niçin? Kaybetmeyi göze alamadığın zerrecikler mi var burada, bu karede? Niçin gürültülü bir şekilde gidemiyorsun da sinsi bir dostlukla buradasın?
İçin kaynamıyor, gürüldemiyorsun. Sevinmiyorsun; sevindiğini söylemiyorsun. Üzülmüyorsun; demirdensin. Paylaşmıyorsun; sende de yok. Küçük lütuflara fitsin, cömertliğin hep işe yaramayacak yerde sahnede, yağmurlu günde çiçek sulamayı teklif ediyorsun, niçin?
Aramızdaki bu mesafe, bu küskün aralık bir oyuk olacak, oyuk bir uçurum, uçurumlar kanyon; aramız kapanmayacak, hep büyük bir aralık.
İnsan böyle böyle susmayı öğreniyor.