Esaretname-yi Ays Altı/

Henüz söylenmemiş yahut daha evvel çok kereler söylenmiş de hakiki manasını bulamamış o sözü ararken vardık bunca yalana. Üç bin yıldır yaşıyor, konuşuyor, duyuyor gibiyiz. Her kelime kulağımıza ya da gözümüzün okuyan kısmına kaç milyon kere ulaştı sayamadık, artık yalanı ve gerçeği ve yarım gerçeği ayırt edemiyoruz.

-Bir zamanlar öğretmenken öğrencilerime “Kelime başına para veriyor olsaydınız yine de o kelimeyi kullanır mıydınız?” diye sorardım, metni fazlalıklardan kurtarmak içindi bu soru. Bir çoğunu ikna ederdim, sonra bu kelimeler koparılır, ihtiyaç sahibi bir yazara bağışlanırdı; o yazarlar bunu henüz bilmiyorlar, kendi kendine uçuşup geldi sanıyorlar onca ilhamı, ilham diyorum, çünkü kelime çoğu zaman ardısıra bir kervan taşır, bazen hikaye, bazen roman, bir kelime eşittir bir çivi.-

Yarım gerçek. Ona yalanın kapısı diyebiliriz. Söylenmemiştir, bu asla söylenmeyeceği anlamına gelmiyordur fakat bir yandan da gerçekler henüz ortada değildir. Gerçeğin afisi yoktur onda, bir yalana yuva yapmak için kullanılmış çalı çırpıdır. Bir felaketin titreşimidir. Gerçek söylenmediğinde riyakar bir bahanedir, çift taraflı monttur. Kim ona teksin, birsin diyebilir, o kararsız bir adımdır, kaldırımdan caddeye iner ve sonra aniden kaldırıma geri döner, kimseyi bir yere ulaştırmaz. Peki felaketlerden felaket beğensek ve seçmek zorunda kalsa hangisi kazanır: söylenmemiş gerçek mi/söylenmiş yalan mı? Bu iki felakete bir üçüncüsünü ve ikisinden de katmerlisini de ekleyelim: Yoksa yalan söylendiğini ya da gerçeğin gizlendiğini başkasının bilmesi mi?

Üçüncü seçenek pastanın çileği gibi duruyor.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın