Serin bir rüzgarın çağırdığı bu gri akşam
yağmursuz kalmışlığımın anısı olsun
diyerek başlıyorum geceye
Kavakların dalları ve yaprakları arasından süzülen bir ay parçasını yakalamak için
gözlerimi göğe dikiyorum bir terzi edasıyle
Makas olarak karşıma çıkan kutsal bir sesi
ve köpek ulumalarını kullanıyorum
Çünkü bir kördüğüm var ve bende sabır yok
Böylesi bir geceye böylesi tavır ve
Ağır ağır yükselen kara mavi gök…

Yanmış uykular hatrına yanağımdan bir kuyu gösterdim
saklansın için ona
belki sıcak bir tebessümde ortaya çıkar kimi zaman
ve sever bu ekim gecesinin soğuğunda bu kuytuyu
Ve fakat bu çağrının sesinde kendini gösteren bir kuruluk var
diye diye içimi kemiren yağmur özlemi
beni rahat bırakmayan bir çınlamaya dönüyor
kulak veriyorum
Öylesine ki
bir ustura gezinir oluyor yirmi sekiz yaşın kundakladığı sağ şakağımda
Atan bir şafak gibi zonkluyor bu ustura
Sonra aspirinler nane limonları
Değil değil bu ancak
sonbahar dedikleri bir doğumevi
bebek çığlıkları gibi havayı kesen rüzgarın yuvası ve
bu laf kalabalığı arasından gülümseyen intihar..
Hayır elbet susuz kalmış olmak değil geceyi yaka paça ayağıma getiren
Onun koynuna sokulmak isteği getirdi onu bana
ki diriltir onun esmerliği ve anneliği
Bu ölü toprağın yüzünde bitmez oldu hiçbir ot
Sen suvar beni ey Tanrı nerede kaldın

Ahmed Ekici

Misafir Yazar

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın