Yıldız derlermiş eskiden köy yerlerinde cırcır böceklerine. Gökten kaydı mıydı o ışıltı kümesi; ses olup ışık olup yaşamaya devam edermiş gecenin toprağa değdiği yerde. Kendisiyle tanışmam da henüz 6-7 yaşlarındayken babamın anlattığı bu hikayeyle olmuştu. Bir cırcır böceği hikayesi olarak kaldı bende babamdan yadigar.

Sonra bir gün; ilk bisikletimin alınışıyla güneşin yanına gitmeyi ne çok istediğim geldi aklıma. Hem ne kadar uzak olabilirdi ki ? Çocukken bizim evin çatısından görülen ve resimlere de aynıyla çizdiğimiz iki dağın arkası kadar değil mi? Sonrası mı? İlk bisikletle gelen ilk vuslat arzusu, dağların yok oluşu ve benim büyüyüşüm.

Büyüdüğüm zamanlardan birinde de; tavşanların hiç ses çıkaramadıklarını, sadece korktuklarında çığlık attıklarını okuyup öğrenmiştim bir kitaptan. Hayatımdaki unutulmaz sahnelerden biri olacağını sonradan öğrenecektim. Evimize beslediğimiz tavşana kedinin musallat oluşu ve yine ilk defa duyulan o çığlık! O çığlıktan sonra fark edişim, korktuklarıma çığlığımı duyuramayışım ve içime susuşum… Bir akşam, bir pencere önü, bir nefes alış ve yine gitmeye duyulan serzeniş.

Şimdi mi? Gidilen yerden gelinen yerde kalmayı öğreniş. Vuslattan vazgeçiş…

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın