Köyden kente göçlerin başlamasıyla birlikte, köylüler büyükşehirlere göç edip kimliklerini de gittikleri yerlere taşımaya başladılar. Büyükşehirlerin içinde kimilerinin kimlikleri kaybolmaya başladı. Darbeler, köy yakılmaları ve işsizlik göçü artırdı. Bu sebeple otogarlar ve garların müdavimleri/misafirleri hep oldu. Her şehrin otogarı o şehrin insanlarının izlerini taşıdı. Urfa’da ilçe terminalinin olduğu bölgeden bile geçerken her ilçe minibüsünün önündeki kalabalığın hem konuşması, hem dili anında değişir. Giyim kuşamdan bile kimin nereli olduğu anlaşılır. Karacadağlı kadınların başlarına taktıkları portakal renkli eşarp ve kadınların “kuttik” deyip giydiklerinden hemen tanınır. Akçakaleli kadınların renkli fistan ve kaftanları, Sivereklilerin kepleri ve şalvarları, Diyarbakır ve çevresindeki illerden gelen beyaz tülbentli annelerin, başına sabır diye doladıkları “dolbentleri” onların kimlikleridir resmen. Mersin’de eski otogarın arka kısmında kahvede oyun oynayan ihtiyarların konuşmalarından nereli oldukları anlaşılır. Sonradan Mersin’e yerleşmişse anlaşılması daha da kolay. Yörük ise Türkçesinden. Ankara başlı başına bir soğukluk ve karmaşıklık tıpkı Ankara. Adana otogarı tam bir sosyolojik inceleme konusu. Adana; Yaşar Kemal’in Çukurovası. Pamukistan! İhsan Yücel’in senaryosunu yazıp içine güzellikler kattığı ve Kemal Sunal’ın da oynadığı Kibar Feyzo filminde “Çukurova’da yevmiye” ve pamuktan bahsedilir. Çukurova 19. yy başından beri pamuk üretiminin olduğu bir şehir. Ermenilerin bölgede yaşadığı ve dokumacılıkla uğraştığı biliniyor. Ermenilerin ardından dokuma ve pamuk yetiştirme Adana’da yaygın olarak devam ediyor. Yevmiyelerin yüksek olması ve her daim tarlalarda çalışacak ırgatların iş bulmasından dolayı da Adana çiftçi ve köylülerin en fazla göç ettiği Anadolu şehirlerinden ilkidir. 1950 sonrasında köyden kente göçlerin başlamasıyla da bu göç hızlanmıştır. Adana’da göçlerin artmasıyla oldukça renkli bir kültürel havzaya dönmüştür. Renk şehrin her yerinde olduğu gibi otogarına bile sinmiş. Adana otogarı bile başlı başına incelenmesi gereken bir alan. Doğu Batı sentezi, çiğköfte tezgahı, mısır(darı), insanlara zorla çay satan çaycılar, Doğu’dan otobüslerle gönderilen ve genelde hemşehri derneklerinin abone olduğu taşra gazeteleri, asker uğurlayanlar, sabahtan kalma simitleri “taze, gevrek” diye satmaya çalışıp alacaklarla tartışan ve taze olduklarına insanları ikna etmeye çalışan simitçiler, bazen kavga bazen de firmaların çalışanlarının bağırmaları arasında tam bir panayır gibidir. Sırtında odun sobası taşıyan adam, mülteciler, Batı’dan Doğu’ya atanmış öğretmenler, Akdeniz’in maviliklerine ve Güneydoğu’ya da yakın bir iklimin “Çirkin Kral” kıvamında kara ve delikanlı tipleri hepsi panayırın müdavimleri. Koca binaların ve Seyhan Nehri’nin yanı başından geçip, yolculuğa başka bir iklimde devam etmeden mola yerlerine girilir girilmez, gecenin kaçı olursa olsun durumundan şikayetçi ama çalışmak zorunda olan kadının ses tonuyla “Diyarbakır istikametinden gelip … “ mola yerine hoş gelmiş olmayı dileyen kadının ses tonuyla Adana’da bir tesise girilir. Tesisler hep soğuk olur, yolculuğun olmazsa olmazıdır. Haber bültenlerine Adana ile ilgili bir haber düşmüştür Adanalılığın kanunudur.

İbrahim Tekpınar