Dağarcık şehrinde, bir dilde yer almış, bir insanın ağzından çıkmış her kelime kök, telaffuz, tür benzerliklerine göre iskân edilerek farklı mahallelerde, caddelerde, sokaklarda yaşarlardı. Bu dağarcık şehirleri o kadar büyüklerdi ki yıllarca, yüzyıllarca önce kullanılmış; unutulmaya yüz tutmuş kelimeler dahi şehri terk etmezlerdi. Bir gün görevlerine çağrılacakları inancıyla iki dudak arasından çıkmayı beklerlerdi. Bu koskocaman şehirde öyle hızlı bir yaşam vardı ki düşünce ile dil bir bağlantı kurduğunda her kelime evi seferberlik ilân edilmişçesine vazifeli oldukları sahaya koşarlardı. Kelime evleri harf odalarından oluşurdu. Şeklen ve ses bakımından birbirine yakın harflerin aynı odalarda kaldıkları da rivayet olunurdu

İnsan, konuşmak istediğinde, konuşmayı tasarladığında ve konuştuğunda kelimeler soluk borusu-gırtlak-dudak bulvarından öyle bir süratle sese dönüşürdü ki insanlar bu sürate yetişemediklerinden ve onu algılayamadıklarından konuşmanın nasıl gerçekleştiğine dair hep başka tahmin ve varsayımlarda bulunurlardı.

Sizin kekeme veya konuşma bozukluğu olarak gördüğünüz durumlar harflerin kelimeler, kelimeleri ses vasıtasıyla muhatabına ulaşması için inşa edilen bulvarlardaki, sokak ve caddelerdeki trafikten başka bir sebeple oluşmuyordu aslında. Her dağarcık şehrinin de valisi, belediye başkanı vardı ve bu yetkililer görevlerini layıkıyla ifa edemediklerinde insanlar konuşmakta güçlük çekiyordu.

Size horlamanın küçük ve gerçek hikayesini de anlatayım. İnsanlar uyuduklarında dağarcık şehrinin mesul memurları tarafından şehrin kanalizasyonları temizlenir, bütün yollarında karayolu çalışmaları yapılırdı. İşte bu çalışmaların belediye tabela ve panolarında yer alan “verdiğimiz rahatsızlık” kısmını sizler geceleri horultu zannedersiniz.

Kelimelerin dağarcıkta yaşadığı evlerin kimi betonarme kimi kerpiç kimi tuğla kimi de yığma taşla örülüydü. Bu da şivelerin, lehçe ve ağızların ortaya çıkmasını sağlamıştı. Soğuk odalarda yaşayan harflerin ser ve keskin, sıcak odalarda yaşayan harflerin de hafif ve geniş telaffuzları oluyordu. Her dağarcık şehrinin farklı muhtevası, farklı iklim ve coğrafyası harfler sese dönüşürken kendini gösteriyordu.

Dağarcık şehirlerinde de bir iktidar, hukuk mevcuttu. Yasaklı harflerin bulunduğu, iktidarın baskı aygıtlarının, kolluk kuvvetlerinin hâkim olduğu despot dağarcık şehirleri de vardı liberal, özgürlükçü, serbest piyasa alfabesinin ve imlâsının olduğu şehirler de. Mesela George Perec’in “La Disparition” romanında neden e harfi kullanmadığını biliyor musunuz? Çünkü Perec’in dağarcığında e harfinin odası, o roman yazılırken mühürlüydü ve e harfi geçici olarak sürgüne gönderilmişti. Bu sebepten Perec o romanda e harfini kullanamadı. Siz böylesini bilmiyorsunuz tabii.

İnsanlar gün boyu, gecelere kadar, sabahlara dek, zamanın hangi aralığında olursa olsun konuştuklarında harf ve kelimeler mesai yapar, insanoğlu uyuyana dek vazife şuuruyla işlerini yaparlardı.

Bir gün bir akşamüstü bir insanoğlu bir yolda yürürken konuşmaya niyetlendiğinde bir kurşun sesi gittikçe yaklaşarak, yivli bir yol kat ederek çıkageldi. Bir el sıcak ve taze kanın fışkırdığı boğaza uzandı.

Anlatmıyorum gerisini

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Cevap Yazın